Deneme
Popüler Aramalar
15/08/2022 11:53
Güncellenme 15/08/2022 13:53
Son dönemin en popüler konularından Web 3.0 ve etrafında dönen NFT’ler ve Metaverse vb. gibi birçok konunun hızlı yükselişini anlamlandırmaya çalışırken, temelde çok önemli bir kavramın gerçek değerini hafif ıskaladığımızı düşünüyorum. Daha doğrusu yarattığı etkinin gücünü anlamadığımızda, arkasından gelen ve gelecek dalgaları da yeterince iyi kavramak mümkün olmuyor. Bahsettiğim teknolojiyle veya yeni bir icatla ilgili değil, tüketimin içerisinde asırlardır olan çok temel bir kavram: “Sahiplik.”
Web 1.0 bizim sanal dünyaya erişmemizi sağladı ve dünya üzerine dağılmış milyonlarca birbirine bağlı bilgisayar üzerindeki bilgilere, içeriklere eriştik. Web 2.0 sayesinde bu sanal dünyaya katkıda bulunabileceğimizi fark ettik ve fotoğraflarımız, videolarımız, yemek tariflerimiz, danslarımızla içerik evrenini hem okuduğumuz hem yazdığımız, paylaşımlı bir sisteme çevirdik. Ama Web 3.0 bize sanal ve gerçek dünyanın birbirine geçiştiği bir alan sunuyor. Var olan teknolojik altyapı bize sadece deneyimlemek ve katkıda bulunmanın ötesinde müthiş bir tüketici kavramı olan sahipliğin kapısını sonuna kadar açıyor. Web 3.0 ile deneyimlediğimiz, zaman geçirdiğimiz platformlarda artık dijital varlıklara sahip olabiliyoruz. Tıpkı gerçek dünyada olduğu gibi sadece bize ait, kendimize yakıştırdığımız, bizi tanımlayan, sosyoekonomik seviyemiz, zevklerimiz hatta dünya görüşümüzü yansıtan ürünleri hayatımıza katabiliyoruz.
Peki sahiplik kavramı tek başına neden bu kadar önemli? Web 3.0 ve etrafında konuştuğumuz birçok yeni kavramın bu kadar hızlı büyümesini nasıl ateşliyor? Şunu unutmayalım: Biz tüketiciler süpersonik hızda bir hayat yaşasak da taş devri bir işletim sistemi kullanıyoruz. Tüketimin en temel kavramlarından biri “sahiplik üzerinden kurulan iletişim.” Hepimiz kendimizle ilgili dış dünyayla kurduğumuz iletişimi, sahip olduklarımız aracılığıyla gerçekleştiriyoruz. Bunun lüks tüketim tarafında çok uç noktaları olsa da, her sosyoekonomik seviyede tüketicilerin kendini ifade eden, kimliklerini en doğru yansıtan ürünleri kullanma eğiliminde olduğunu ve bunu sürekli paylaştığını görüyoruz.
Tüketim toplumunun başlangıcından beri hayatımızda olan bu kavramı ilk ortaya atanlardan biri Amerikalı ekonomist Thorstein Veblen. “Veblen Ürünleri” (Veblen Goods) gibi kavramların da gelişmesine yol açan “Gösteriş Amaçlı Tüketim” (Conspicuous Consumption) teorisi, tüketim kadar eski bir tarihe yani 1899’a dayanıyor. Teorinin adı çok niş ve özel bir grubu tanımlıyor gibi gözükse de, 20. yüzyıl sonrası markaların gelişimleriyle neredeyse tüm toplumu etkileyen bir teori. Veblen teorisinin temeli tüketicilerin bazı ürünleri sadece kullanım amacıyla değil kendi sosyal statülerini en iyi şekilde dışarıya yansıtabilmek için tükettiğini savunuyordu. 20. yüzyılda gelişen tüketimcilik (consumerism) kavramlarının temelini oluşturan kuramların ilk tohumlarını Veblen atmış oldu. Peki aradan yüzyıldan fazla süre geçtikten sonra bu kavramların Web 3.0 ile ne alakası var diyebilirsiniz. Daha önce yazdığım gibi, tüketici olarak bizler çok eski bir işletim sistemi kullanıyoruz ve günümüzdeki teknolojik jet hızındaki gelişmeleri yorumlarken de bu gerçeği asla göz ardı etmemek gerek. Tüketim toplumu son 50-60 yıldır bu etkiyle şekillenirken, markalar ve markaların bize ifade ettiklerinin ne şekilde geliştiğini gördük. İsviçre’de dünyanın en iyi mühendisliği ile üretilmiş olsa da Rolex için ödediğiniz bedel ile kullandığınız telefonunuz sorunsuz çalışırken son çıkan iPhone’u alma isteğinin altında Veblen’in altını çizdiği etkileri hissetmemek mümkün değil.
Tüketim bu halde dolu dizgin giderken hayatımıza Web 2.0 girdi. Sosyal medya bizim paylaşım alanlarımızı artırdığı gibi iletişim kurabildiğimiz insan sayısını da katladı. Görsel olarak kurabildiğimiz bu iletişim sayesinde yeni aldığımız bir elbiseyi, saat koleksiyonumuzu, sahilde içtiğimiz kokteyli, yani sahip olduklarımızın (maddi veya deneyim) çok hızlı ve etkili bir şekilde iletişimini kurabildik. Yorumları ve beğenileri alırken de sahip olduklarımız üzerinden iletişim konusunda gittikçe uzmanlaşmaya başladık. Yanlış anlaşılmasın; bu, doğal bir evrimin parçası. Bu satırları sosyolojik bir eleştiri olarak yazmıyorum, sadece gerçekçi bir pazarlamacı şapkasıyla durumun resmini çekmeye çalışıyorum.
Şimdi bu teoriyi saatlerimizi harcadığımız sanal evrende sahip olabileceğimiz, dijital varlıklar ve deneyimler üzerinden düşünelim.
Bizi ifade eden, parçası olduğumuz topluluğu tanımlayan NFT’ye sahip olmak; Decentraland’de Nike’ın RTFKT ile çıkardığı son ayakkabıyı giyerek dolaşmak; Snoopy Dogg’un komşusu olacağınız arsayı almak; uzaktan bağlandığınız iş uygulamalarında girdiğiniz toplantılarda üzerinizde bir tasarımcıya ait özel bir ürünü giymek... Bütün bunlar sahip olduklarımızla veya olabileceklerimizle ilgili. Tüketimi de büyük ölçüde bu belirlemiyor mu? Sahip olduklarımız ve bunların orijinalliği çok kritik. Dijital teknolojiler bize bunu gerçek hayattan daha emin bir şekilde sağlıyor. Gerçek bir Louis Vuitton’u taklitlerinden ayırmak için rehberler yayımlanırken, herhangi bir NFT’nin orijinalliği zaten platformlar tarafından anında kontrol ediliyor. Sadece tasarım ürünleri veya pahalı bir NFT olmak zorunda değil; sizi ve tarzınızı yansıtan lokal bir üreticinin dijital ürünleri de olabilir.
Hayatımızı sanal platformlarda daha fazla geçirmeyi sürdürdükçe ve sadece zamanımızı değil, deneyimlerimizi de buraya taşıdıkça, dijital varlıklara sahip olmak için arzularımız da aynı hızda artacak. Aldıklarının sanal ama statüsünün fiziksel hissettirdiği bir yere doğru gidiyoruz. Bir açıdan bakarsak aslında o deneyim de yok, o otele gitmedin, o partide değildin, o kokteyli içmedin, ayağında da o Louboutin yok (olmaması daha iyi çünkü duyduğuma göre çok rahatsızlar). Ama iyi hissediyorsun ve havalısın. Peki bu durumda gerçekten yok sayılabilirler mi? Biz aldıklarımızın bir kısmını Veblen’in de tanımladığı haliyle bize hissettirdikleri ve yaşattıkları için alıyorsak, bu sanal deneyimler bize bunu sağladığı sürece ellerimizle dokunmasak bile oldukça gerçek değiller mi?
Tam da bu nedenlerle, önümüzdeki 5-10 sene içinde farklı büyüklük, değer veya kullanım amacıyla dijital varlıklara harcanacak rakamın tahmin edemeyeceğimiz bir süratle katlanarak büyüdüğünü göreceğiz. Hayatımız buraya evrildikçe yazdığım sebeplerden bunun ne kadar doğal ve hızlı bir dönüşüm olduğunun da farkına varacağız. O nedenle Web3.0 alanındaki projeleri, NFT, metaverse veya ilintili işleri değerlendirirken bu gözlüğü takarak son kullanıcıya katacağı değeri bu açıdan incelemeniz son derece verimli bir zihin egzersizi olacaktır.
YASAL UYARI
Bu sitede yer alan yatırım bilgisi, yorum ve tavsiyeler yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, yetkili kuruluşlar tarafından kişilerin risk ve getiri tercihlerini dikkate alarak, kişiye özel olarak sunulmaktadır. Bu sitede veya e-bültenlerimiz kapsamındaki sözel, yazılı ve grafiksel dahil olmak üzere tüm bilgi ve analizler; herhangi bir karara dayanak oluşturması noktasında herhangi bir teminat, garanti oluşturmamakta ve yalnızca bilgi edinilmesi amacıyla paylaşılmaktadır. Coindesk Türkiye hiçbir şekil ve surette ön onay, ihbar ve ihtara gerek olmaksızın söz konusu bilgileri değiştirebilir veyahut silebilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanarak yatırım kararı vermeniz beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Bu sitedeki yorumlardan, eksik bilgi ve/veya güncel olmama gibi konularda ortaya çıkabilecek zararlardan Coindesk Türkiye ve çalışanlarının herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır.
Son Yazıları
Kurumların Web 3.0 Yolculuğu
27/10/2022 13:59
Web 3.0 ve Sahiplik
15/08/2022 11:53
Metaverse: Balon mu, Devrim mi?
02/06/2022 09:35
Kripto Paralar
@2022 CoinDesk